İnternet Deparı:
İlk Dünya Markamız Ne Olacak?

Birkaç yüzyıldır savaşlarla uğraşmaktan bütün devrimleri geriden takip ediyorduk. 1990’ların başında elimize tarihi bir fırsat geçti ve bu sefer de stratejik düşünemeyip hayatı taktiksel yaşamaktan bu fırsatı değerlendiremedik. World Wide Web’in gelişimine seyirci değil de yaratıcı olarak dahil olabilseydik dünya çapında marka bilinilirliği olan İnternet girişimlerimiz olabilirdi. Şimdi bu yarışı da geriden takip ediyoruz.

5 Kasım 2013'te Ankara'da yapılacak Google Big Tent etkinliğinde bir rapor sunması için Google desteğiyle oluşturulan Türkiye İnternet Politikaları Çalışma Grubu’na davet edilince önce bu yarışta depar atmak ve dünya markaları çıkarmak için neye ihtiyacımız var diye düşünmeye başladım.

Bizim sektörde genellikle gerçek inovasyonu küçük şirketler yapar, büyükler satın alır. Küçük şirketlerin ihtiyaçlarını 4 ana başlık altında toplayıp her madde için İnternet deparımızda neye ihtiyacımız olduğunu anlatmaya çalışacağım.

1. Dünya Kalitesinde Bir Ekip

Yel değirmenlerine karşı savaşmak için gerekli kalitede bir ekibi Türkiye’de kurmak, bu insanları bulmak çok zor.

Örneğin kaliteli yazılımcı yok. Yurt dışındaki senior seviyesinde kişiler burada çok az, architect seviyesinde adam ise sadece bir iki tane. İngiltere’den alıştığım kalitede insanları Türkiye’de bulabilmek için piyasanın çok üzerinde maaş ve paketler sunmadığımız mı kaldı, referans verenlere iPad’ler önermediğim mi… Doğru ekibi kurma sürecinde yaşadıklarımız başka (ve uzuuun) bir yazının konusu olur.

Daha üst seviyelere çıktıkça bu sorun daha da vahim oluyor. Geçen gün en büyük telekom şirketlerimizden birine C-level bir stratejist arayan bir head hunter’ın isyanını dinledim. Türkiye’nin en tepe noktalarına insan bulan bu şirket “Piyasaya tepki vermek yerine 10 sene sonranın stratejisini belirleyecek” bir kişiyi ne Türkiye’de ne de yurt dışında yaşayan Türkler arasında bulabilmiş.

Ben eğitimci değilim ama adım gibi biliyorum ki bu sorun Fatih projesiyle çocuklara tablet vererek çözülebilecek bir şey değil. Artık Sir Ken Robinson’ı danışman olarak mı tutmak lazım, ne lazım, bilemeyeceğim ama eğitimde ciddi bir reform şart.

Fakat bu uzun süreli bir dönüşüm olacaktır. Kısa vadede tek çözüm ise göçmen politikamızı gözden geçirmek.

Bundan iki sene önce Türkiye’deki yazılım ekibimizi -- TÜBİTAK’ın Gebze’deki Teknoloji Geliştirme Bölgesi’nden Yıldız Teknik Üniversitesi’nin Davutpaşa’daki Teknopark’ına taşırken -- büyütmek için yeni yazılımcılar arıyorduk. Süper bir yabancı bulduk. Bir Türkle evlenip yakın zamanda İstanbul’a taşınmıştı. Bize büyük değer katacaktı.

Fakat karşımıza 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun çıktı. Bu kanunun uygulama yönetmeliğine göre her bir yabancı için beş T.C. vatandaşı çalıştırmak gerekiyor. 4 ve daha az T.C. vatandaşı çalışanı bulunan işyerlerinin çalışma izni talepleri dikkate alınmıyor bile! 5 yabancı uyruklu istihdam etmek isteyen bir işyerinde en az 5 x 5 = 25 Türk çalışan bulunması gerekiyor.

Diyelim ben Evan Williams, Mark Zuckerberg ve Elon Musk’ı ikna ettim, gelip 2 sene Türkiye'de benim için bilabedel çalışacaklar. Yapamıyorum! Oysa 12 sene önce İngiltere'de Sibilo'yu kurduğumuzda 4 ortak arasında İngiliz yoktu; bir Türk, bir İtalyan, bir Yunanlı ve bir Moğol'duk.

Bu sorun sadece bizim sektörde yaşanmıyor. Geçtiğimiz 2 hafta 4 kere Pegasus’la, 2 kere THY ile uçtum. Bu 6 uçuşun 5’inde kopilot yabancıydı. Ki bir 737’yi uçurmak için 2 pilot yetiyorken bizim dünya çapında bir girişimimiz için en az 5-10 kişiye ihtiyacımız var. Futbol takımlarındaki yabancı sınırlaması bile daha insaflı.

Amerikan Senatosu dünyanın en iyi beyinlerini yeni bir reform paketi ile kendilerine çekmeye çalışırken biz bu konuda ne yapıyoruz? 

2. Yatırım Ekosistemi

(Not: Bu alanda o kadar ama o kadar eksiğiz ki terimler İngilizce olacak)

Yurt dışında karşılaştığımız incubator’lar ve accelerator’lar malesef Türkiye’de yok. Bu açığı Etohum gibi incubator’a yakın girişimler ve Garaj gibi accelerator’a yakın girişimler ile kapatmaya çalışıyoruz.

Buralarda 2 ve üzeri exit yapabilmiş girişimcilerin mentorluğu yerine kendi işini yapmış/yapan ve kar etmeyi öğrenmiş insanlardan faydalanmak zorunda kalıyoruz. Zaten melek yatırımcılar da genelde bu kişiler oluyor.

Ciro ve karın bu kadar önemli olduğu bir ortamda Google, Facebook, Twitter doğabilir miydi, orası ayrı konu. Haydi melek yatırımcılarımız bir gazla bu girişimlerin doğmasına izin verdi (bkz Hasan Aslanoba) bunları dünya çapında markalar haline getirecek deneyimi enjekte edecek Benchmark Capital gibi bir VC’den bir sonraki round’da yatırım alabilirler miydi?

Seed’den Benchmark’a giden yolda gerekli sermayeyi koyacak yerli VC'ler de kurulmaya başlandı. Yerli diyorum ama bunlar yurt dışında kurulup Türkiye'ye yatırım yapıyorlar çünkü şu anda Türkiye'de 'closed end' fon kurmak için altyapı yok. Yani bir fon yöneticisinin ilk yaptığı anlaşmaya bağlı kalarak topladığı parayı yönetmesi, yatırımcıların icazeti olmadan zor. Bu sebeple bu gibi şirketler Lüksemburg, Hollanda, Channel Islands gibi yerlerde kuruluyor. Bunun vergiden dolayı yapıldığına dair yanlış bir kanı var. Alakası yok aslında. Asıl konu yatırım yapma şekline bu yapıların izin vermesi. Bu bana 80’lerin sonunda ilk özel televizyonumuz olan Magic Box’ın yurt dışından yayın yapmasını anımsatıyor.

Tübitak bu gibi girişimleri desteklemek için 1514-Girişim Sermayesi Destekleme Programı’nı açıkladı. Tübitak’tan yine özünde güzel ama uygulamada yanlışlarla dolu olacak bir program… Fon kuracaklara fon miktarının %20'sini hibe olarak veriyorlar. Burası güzel, fakat yatırım aşamasında yatırım dosyasını görmek istemeleri - diğer LP'ler ana yatırımcıya güvenerek bu karara katılmazken - VC yatırımının ruhuna aykırı bir uygulama. Tübitak yatırım yapılan şirketin ARGE yapıp yapmadığını görmek ve buna göre onay vermek istiyor.

Zaten İnternet yarışındaki deparımızı düşünecek olursak bizi yavaşlatan esas sorun tam da bu! Tübitak hibelerinin inovasyon yerine akademik projelere verilmesi... İsmi bende kalacak bir Tübitak yetkilisinin itirafıyla “Facebook ilk fikri ile Tübitak hibesine başvursaydı alamazdı”. Peki akademisyenlerin senelerdir ellerine verilen bu güç ile yaptıkları mastürbasyon sonunda dünya çapında değeri olan patent sayımız mı arttı, ya da Stanford’dan akademik çalışma üzerine çıkan HP, Sun, Cisco, Silicon Graphics, Google, vb gibi dünya devi yaratacak bir inovasyona mı imza attık? Sıfıra sıfır elde var sıfır.

Tübitak zaten bu haliyle ekosistem için başlı başına bir problem. Devletten para alan, yatırım politikasını kendi belirleyen, daha sonra KOBİ’lere hibe veren fakat bu verdiği hibelerden kimseye sorumlu olmayan, diğer bir değişle Bakanlıklar bile Sayıştay tarafından denetlenirken hiç kimse tarafından denetlenmeyen bir kurum Tübitak. 

Eğer Türkiye’nin İnternet Politikasından bahsediyorsak burada Tübitak’ın büyük bir zihniyet değişimine ihtiyacı vardır. Daha az akademik, daha çok 'business' odaklı olacak, sermayeden exit’e gidecek yolda inovasyonu destekleyecek bambaşka bir düşünce tarzı gerekmektedir. 

Bu İngiltere’de Business Link adı altında denendi. Hızlı ve yüksek büyüme potansiyeli olan şirketlere az hibe çok danışmanlık (örneğin pazarlama gibi eksik oldukları konularda) vererek kalkınma desteklendi. Daha sonra çok çeşitli destekler olduğu farkedilip Business Link kaldırıldı. Şu anda girişimler Gov.Uk altında tek bir noktadan destekleniyor – danışmanlıktan maddi desteğe girişimciler tek bir adresten ulaşabiliyor. Ya Türkiye bu konuda ne yapıyor?

3. Altyapı

Google bir yandan Fiber projesiyle evlere 1Gbit internet götürürken bir yandan da yatırım yaptığı O3b Networks şirketi ile dünya nüfusunun %70’ini düşük yer yörüngeli uydular aracılığıyla İnternet’e bağlamaya hazırlanadursun, Türkiye dünyanın [neredeyse] en pahalı İnternet’ini kullanmaya devam ediyor. Haydi geçtik Gbit’i, benim Londra’daki evimde İnternet bağlantısı 120Mbit’ken İstanbul’da ve Datça’da 8Mbit’i göremiyorum.

Daha bir kaç sene önce Harranlı Emine’nin 3G bağlantı hızı Harvard’lı Emily’ninkinden yüksekken artık bu avantajı da kaybettik. Oysa ki Türkiye’ye gelen İngilizlere “burada 3G gerçekten çalışıyor” diyebilmek ne güzeldi. Artık İngiltere’de 60Mbit’lik 4G üzerinden film seyredebilirken Türkiye’de 3MB’lik email’i indirirken zorlanıyoruz.

Bağlantı işin bir boyutu. En az bunun kadar önemli bir başka boyutu ise veri merkezleri (data centres) ve bulut (cloud) çözümleri.

Artık yazılımlar bilgisayara kurulup oradan kullanılmıyor, İnternet’ten hizmet olarak (Software as a Service - SaaS) alınıyor. SaaS çözümleri geliştikçe (hassas bilgierinizi NSA ile paylaşmamak için) ülkelerin yerel veri merkezi ihtiyacı da doğuyor.

6 sene önce bilişime yatırım yapmaya başlayan Türkiye’nin önde gelen holdinglerinden birinin sahibine bunu anlatınca suratıma boş boş bakmıştı. Veri merkezi konusunda %60 büyümeyle dünyada başı çekiyoruz gibi anlamsız haberleri bir kenara koyalım – biz sıfırdan bulunduğumuz noktaya gelmeye çalışırken zorluk seviyesi bir kademe daha arttı: Artık veri merkezi kurmak yetmiyor, bulut hizmeti sağlayabilmek lazım. Bunu da dünyada hakkıyla yapan Microsoft, Google, Amazon ve Rackspace gibi sadece bir kaç şirket var.

Rackspace bu alanda oluşacak açığı erken farkedip NASA ile ortaklaşa Open Cloud projesini başlattı ve bu sayede kendine dünya devleriyle rekabet edebilecek bir pozisyon yarattı. SaaS ve Cloud gelişmeleri tutulacak verilerin dev boyutlara çıkmasına neden oldu (Bkz Big Data) ve bu alanda Hadoop gibi Facebook ve Twitter’in kullandığı teknolojiler geliştirildi.

Biz bu sırada ne yapıyorduk? Devlet kendisi Pardus adında bir Linux versiyonu geliştirdi, şimdi bunu kurumlara kullandırmaya ve Fatih projesinde kullanımını arttırmaya çalışıyor. Malesef bu alanda da gelecekle değil geçmişle rekabet etmeye devam ediyoruz. 

Bakın İnternet'ten de sorumlu Ulaştırma Bakanımız Binali Yıldırım bilişim ve özellikle Cloud teknolojileri hakkında ne düşünüyor:

"Bu bilişim [meselesine] fazla kafa yorarsan sıyırırsın. Kullanacaksın, nimetlerinden kullanıp yararlanıp işini göreceksin. Kafayı taktın mı o zaman işin kötü. Hikmetine fazla şey yapmamak lazım."

İnternet atılımımız için acilen geçmişteki yenilgilerimizi kabul edip kendimizi gelecekteki savaşlara hazırlamaya başlamalıyız. Cloud alanında rekabet edeceğimiz alt ve üstyapıyı bir an önce hazırlayıp Internet of Things gibi çok yakın gelecekte karşılaşacağımız akımlar için takipçi değil öncü olacak atılımlar yapmalıyız.

4. Mevzuat Ve Yargı

Bizde kanunlar bir şeyin çerçevesini belirleyip önünü açmaktan çok yasaklamakla ilgili oluyor. 7258 sayılı kanunla yurt dışındaki bahis sitesinde kumar oynamamız yasaklanıyor. 6111 sayılı kanunla İnternet’ten içki almamız yasaklanıyor. 5651 sayılı kanunla müstehcen içerikli sitelere girmemiz yasaklanıyor. Devlet baba bizi çok seviyor – bu yasaklamalarla bizi kötü alışkanlıklardan uzak tutarak ebeveynlik görevini yerine getiriyor.

Gelin görün ki TBMM “İnternet”in ne anlama geldiğini bilmiyor. İçinde “internet” kelimesi geçen 89 kanuna bir bakın. İnternet kelimesini ya email anlamında ya da Web anlamında kullanmışlar. Geleceğin ihtiyaçlarını öngörmeği bir yana bırakın bu kanunlar daha mobil uygulamalar gibi günümüzün ihtiyaçlarını bile göz önüne almıyor. Her an İnternet’e bağlı akıllı termostatımı ya da akıllı kol saatimi de engelleyecekler diye korkuyorum.

Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı çoğunlukla 5651 sayılı kanunu kullanarak bugün itibariyle 32 binden fazla siteyi engellemiş. Google’ın raporuna göre 2010 yılından beri Türk Hükümeti’nden kendilerine mahkeme kararıyla gönderilen site kaldırma başvurularının %1’i “hükümeti eleştiri” ile ilgili olmuş. Aynı sürede tescilli marka ihlali ile ilgili aldıkları başvurular %0 küsür.

Yabancı sitelerin engellenmesi aslında çok bir şey ifade etmiyor. Bir İngiliz DNS nedir bilmezken Türk halkı DNS ve proxy uzmanı oluyor ve başbakan bile YouTube yasaklandığı zaman “ben giriyorum, siz de girin” diyebiliyor. Sorun yerli sitelerin engellenmesinde. Ne yazık ki bu engeller inovasyonun önünde pranga olarak durmaya devam ediyor.

Örneğin her yeni teknolojiyi ilk benimseyen ve rekabetin çok kızgın olduğu porno endüstrisi Türkiye’de gelişemediği için bu girişimcilik kültürüne de yansıdı ve Web projelerimizin çoğunluğu yurt dışında başarılı olmuş siteleri kopyalamadan öteye gidemez oldu. Örneğin online içki satan bir sitemiz olmadığı için Türk şaraplarını yurt dışına satacak ve cari açığın azalmasına katkı sağlayacak bir girişim çıkartamadık. Örneğin 6 İddaa bayisini de aynı oranları vermeye zorlayıp fiyatta rekabetlerine engel oluyoruz.

Yasa koyucu başka konularda da sınıfta kalıyor. Örneğin AB bakanımız Egemen Bağış “Belki de hiçbir zaman AB üyesi olamayabiliriz” diyebiliyor ve bir AB Direktifinden gelen Kişisel Verilerin Korunması Kanunu 7 Nisan 2008’den beri mecliste tasarı olarak bekliyor.

Haydi tüm bunlar bahane diyelim - İnternet deparımızın önünde çok daha büyük bir engel var: Başbakan yardımcısı Ali Babacan daha bir kaç gün önce İstanbul Finans Zirvesi'nde yaptığı konuşmada “'Ben Türk yargısına güveniyorum' hissiyatı iş dünyasında hakim olmadıkça kişi başı 25 bin dolar gelir hedefimiz hayal olarak kalır" dedi. Bir girişimcinin telif hakkı ya da tescilli marka ihlaliyle ilgili açtığı davanın seneler sürmesi o girişimi öldürebilir. Bu durumda girişimcinin yargıya güvenmesi nasıl beklenebilir?

Sonuç

Hızlanmamız lazım. Hem de acilen.

Çözüm önerilerimi ekin.co/cilgin-proje adresinden okuyabilirsiniz.

 

Herhangi bir Türk muhalefet partisi gibi sorunları anlatıp çözüm önermemek tarzım değil ama bu konular 2 Ekim'deki toplantımızda konuşulmadan bir şey söylemek istemiyorum.

Bu toplantıda gündeme getirilmesi gereken konular bence özetle şunlar:

  • Kısa vadede göçmen politikamız, VC fonlarına destekler, ekosistemin ihtiyaçları, yargı reformlarını gerçekleştirmesi için hükümete önerilerimiz, geleceğin teknolojilerine teşvikler,
  • Orta vadede eğitim sistemiyle ilgili önerilerimiz ve Tübitak'ın dönüşmesi gereken yapı hakkında dünyadan örnekler,
  • Uzun vadede geçmişin değil geleceğin ihtiyaçlarını karşılayacak telekomünikasyon alt yapımız

Bu süreçte ekonomik istikrardan ödün verme lüksümüz yok dolayısıyla bunu tartışmaya gerek dahi yok. Öte yandan hedefe odaklanıp koşmaya başlayınca bir yüzücünün vücudundaki kıllar gibi bizi yavaşlatığını farkedeceğimiz ufak tefek (!) şeyler için de (STK’ların yeterince etkili olamamaları ve trafikte kaybedilen vakit gibi) vakit olacağını sanmıyorum.

Ekin Çağlar, 22 Eylül 2013